Cumhuriyet’in kurucu lideri 1930’ların ikinci yarısında, sağlığı giderek zorlaşsa da ülkenin ritmini belirlemeye devam etti. Bugün 10 Kasım’da, kalıplaşmış cümlelere sığınmadan, 1935-1938 arasında nelerin değiştiğini; neleri bitirdiğini, neleri başlattığını ve hangilerinin ömrü yetmediği için yarım kaldığını hatırlayalım.
Yılın başında Ayasofya, Bakanlar Kurulu kararıyla müze olarak ziyarete açıldı; bu adım kültür politikalarının ve laik cumhuriyet vizyonunun somut bir izdüşümüydü (1 Şubat 1935’te ziyaretlere açılış).
Aynı yıl haftalık tatil günü, uluslararası ekonomik ve toplumsal eşgüdüm için Cuma’dan Pazar’a alındı; düzenleme 27 Mayıs 1935 tarihli kanunla yapıldı.
Siyasette kadın temsili, 5 Aralık 1934’te kazanılan seçme-seçilme hakkının ardından 8 Şubat 1935 genel seçimlerinde Meclis’e giren ilk kadın milletvekilleriyle gerçek hayata taşındı.
Aynı eksende iktisat ve teknoloji: Etibank ve Maden Tetkik ve Arama (MTA) kurularak yeraltı kaynaklarının planlı biçimde işletilmesinin kurumsal zemini hazırlandı (14-22 Haziran 1935).
Montreux Sözleşmesi (20 Temmuz 1936) ile Türkiye, Boğazlar üzerindeki askeri denetimini geri aldı; sözleşme 9 Kasım 1936’da yürürlüğe girdi. Bu, savaş yaklaştıkça ülkenin güvenlik mimarisini kökten etkileyen bir dönüm noktasıydı.
Laikliğin Anayasa’ya devletin niteliği olarak yazılması 1937’de gerçekleşti; “ilke” artık metnin içinde, siyasal düzenin temel unsurlarından biriydi.
Aynı yıl 3008 sayılı İş Kanunu bir yıllık geçişin ardından 15 Haziran 1937’de yürürlüğe girerek çalışma hayatına asgari güvenceler getirdi.
Bölgesel güvenlikte Saadabad Paktı (8 Temmuz 1937), Türkiye-İran-Irak-Afganistan arasında saldırmazlık ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerini pekiştirdi.
Aynı dönemin sakin ama büyük jesti: Atatürk, 11 Haziran 1937’de Orman Çiftliği dâhil çiftliklerini Hazine’ye bağışladı; devlet eliyle modern tarımın sürdürülebilmesi için şahsi mülkünü kamuya devretti.
Sonbaharda hükümet değişti; İsmet İnönü’nün çekilmesiyle 1 Kasım 1937’de Celâl Bayar başbakan oldu. Değişim, ekonomik yönetimde vites ayarı anlamı da taşıyordu.
Sağlığı ağırlaşsa da Atatürk, baharda Mersin ve Adana’ya gidip Kabine toplantılarına başkanlık etti; Hatay meselesini bizzat takip etti. Hastalığı İstanbul’da siroz olarak teşhis edildi.
2 Eylül 1938’de “Hatay Devleti” ilan edildi; süreç, 29 Haziran 1939’da bölgenin Türkiye’ye katılmasıyla tamamlanacaktı. Atatürk bu finali göremedi ama dosyanın ana mimarlarından biriydi.
5 Eylül 1938 tarihli vasiyetinde, İş Bankası’ndaki hisselerinden doğan temettü gelirlerini Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’na tahsis ederek kültür politikalarının finansmanını kalıcılaştırdı.
10 Kasım 1938 sabahı saat 09.05’te Dolmabahçe Sarayı’nda vefat etti.
İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı (1938-42) daha kapsamlı bir sanayileşme hedefliyordu; ancak savaş iklimi ve liderin ölümü nedeniyle plan tam manasıyla uygulanamadı.
Hatay’ın Türkiye’ye katılması 1939’da gerçekleşti; bu, Atatürk’ün diplomatik çizdiği hattın doğal sonucuydu.
10 Kasım, bir yas gününden çok, son yıllarda atılan “soğukkanlı ve iş bitirici” adımların nasıl kalıcı sonuçlar yarattığını görme imkânı veriyor. Boğazların statüsünden çalışma hukukuna, bölgesel paktlardan kültür kurumlarının finansmanına kadar her başlık, bugün hâlâ hayatımızda.